Tuğbam » Din » hicretin sekizinci 8. yılı 629-630 M.

hicretin sekizinci 8. yılı 629-630 M.


Bu yazı

tarihinde

tarafından yazılmıştır.

Son güncelleme tarihi:

Konu: Hicretin sekizinci yılı, Yazan: Admin, Kategori: Din, Özet: Peygamber efendimizin mekkeden medineye hicretinin 8. yılı anlatılmaktadır.
Yazımıza geçmeden önce her zaman olduğu gibi din üzerine bir kaç güzel söz ile başlayalım:
Din bir kilavuzdur, kilavussuz kaybolursun
Allah için söylenmeyen bir sözde hayır yoktur. (hz. Ebu Bekir)
Ey evlat! Dinini yemişle değişme. (Abdulkadir Geylani)
Köpeklerin dudaklari degdi diye deniz kirlenmez (Mevlana)
Şimdi esas itibari ile bahsetmeye çalıştığımız hicretin sekizinci 8. yılı 629-630 M. konusuna dönelim:1- MÛTE SAVAŞI (Cumâde’l-ûlâ 8 H./Eylül 629 M.)

a) Savaşın Sebebi

Mûte Savaşı, Müslümanlarla Hristiyanlar (Rumlar ve Hristiyan Araplar) arasında yapılan ilk savaştır. Sebebi, Rasûlüllah (s.a.s.)’in elçisinin öldürülmesidir.

Rasûlüllah (s.a.s.), İslâm’a dâvet için hükümdarlara elçilerle mektuplar gönderdiği sırada, Sûriye’de Busrâ (şimdiki Havran) Emîri Şürahbil’e de Hâris b. Umeyr ile bir mektup göndermişti. Gassânî Araplarından Şürahbil, Hristiyandı. Bizans’ın himayesinde bulunuyordu.

Hâris, Şürahbil’e, Kudüs’ün iki konak güneyinde, bulunan Mûte kasabasında rastladı. Elçi olduğunu söyleyerek Hz. Peygamber (s.a.s.)’in mektubunu verdi. Fakat, Şürahbil, devletler arası hukuk kurallarını çiğnedi, Rasûlüllah (s.a.s.) elçisini öldürttü.

Şimdiye kadar Hz. Peygamber (s.a.s.)’in elçilerinden hiçbiri öldürülmemişti. Bir elçinin öldürülmesi, tarih boyunca bütün toplumlarda insanlığa ve hukuk kurallarına aykırı bir davranış sayıldığı gibi, gönderene de en büyük hakaret ve meydan okuma demekti. Bu sebeple Rasûlullah (s.a.s.) üç bin kişilik bir kuvvet hazırlayarak, azadlı kölesi Hârise oğlu Zeyd’in komutasında yola çıkardı(298) Elçi Umeyr oğlu Hâris’in şehid edildiği Mûte’ye kadar gidilmesini, Şürahbil ve maiyetinin İslâm’a dâvet edilmesini, kabûl etmezlerse savaşılmasını emretti.(299) “Kadınları, çocukları, yaşlıları öldürmeyin. Evleri yıkıp hârap etmeyin, ağaçları kesip, tahribâtta bulunmayın!” dedi. Orduyu “Seniyyetü’l-vedâ” denilen ayrılık tepesi’ne kadar uğurlayan Hz. Peygamber (s.a.s.):

– “Zeyd şehid olursa, komutanlığı Câfer alsın; Câfer de şehit düşerse, Ravâha oğlu Abdullah komutan olsun.” buyurdu.(300)

b) İki Tarafın Durumu ve Aradaki Eşitsizlik

Müslüman ordusunun hareketini Şürahbil duydu. Derhal Lahm, Cüzâm, Kayn, Belkın, Behrâ gibi Hristiyan Arap kabîlelerinden büyük bir kuvvet hazırladı. Ayrıca durumu Bizans İmparatoruna bildirerek, ondan da yardım istedi. Böylece Şürahbil, 200 bin kişilik büyük bir ordu topladı. Bunun 100 bini Rumlardan, 100 bini de Hristiyan Araplardan meydana gelmişti. (301) İmparator Hirakl de işi önemseyerek, Belkadaki Meab şehrine kadar geldi.
Müslümanlar, ancak Sûriye topraklarına girdikten sonra düşmanın gücü ve hazırlıkları hakkında bilgi edinebildiler.

İki taraf arasında gerek sayı, gerek silah ve teçhizât bakımından korkunç bir fark vardı. Tarihte, iki taraf arasında böylesine ölçüsüz bir fark görülmemiştir. 200 bin (bazı rivâyetlerde 100 bin) kişilik bir kuvvet karşısında üç bin mücâhid ne yapabilirdi? Fakat, savaşmadan geri dönülemezdi. Komutan Zeyd, Maan’da, Mücâhidlerin ileri gelenleriyle toplanıp durumu istişâre etti. Acaba, durumu Rasûlüllah (s.a.s.)’e bildirip alınacak cevâba göre mi hareket edilmeliydi? Fakat, Ravâhaoğlu Abdullah bütün tereddütleri giderdi.

– Arkadaşlar, çekindiğimiz şey, ele geçirmek için yola çıktığımız şeydir, yani şehid olmaktır. Dinimizi yüceltmek için savaşalım. Yâ şehid, ya gazi olacağız. Bunun ikisi de güzel değil mi ?(302) dedi.

Abdullah’ın konuşması mücâhitlerin maneviyâtını yükseltti. Hepsi de:
– Ravâhaoğlu doğru söylüyor. Savaşmalıyız, dediler.

c) Komutanlar Sırayla Şehâdet Şerbetini İçtiler

İki ordu Mûte’de karşılaştı. Zeyd, sancak elinde, ileri atıldı. Kahramanca çarpıştı, ölümden yılmadığını gösterdi. Fakat düşman mızraklarının arasında şehid düşdü.(303)

Zeyd şehid olunca, sancağı hemen Câfer aldı. Emsâlsiz kahramanlıklar gösterdi. Önce sağ eli kesildi, sancağı sol eliyle tuttu. Sol eli de kesilince, kollarıyla sancağa sarıldı. Pek çok yara aldığı halde son nefesine kadar sancağı bırakmadı. Nihâyet o da şehid oldu.(304)

Câferden sonra sancağı Ravâhaoğlu Abdullah aldı. O da şiirler söyleyerek, kahramanca savaştı. Vücudu delik deşik oldu. Sonunda o da şehid oldu.

d) Hâlid b. Velîd’in Üstün Mahâreti

Râvâhaoğlu da şehid olunca, asker komutansız kaldı, umûmî bir panik başladı. Dağılan askerin kaçışını Velîdoğlu Hâlid önledi. Mücâhidler, Hâlid’in etrâfında yeniden toplandılar. Hâlid komutayı aldı, sancak elinde akşama kadar çarpıştı. O gün elinde tam dokuz kılıç parçalandı.(305) Bu Müslüman olduktan sonra Hâlid’in katıldığı ilk savaştı.

Gece olunca, Hâlid askeri yeniden tertipledi. Öndekileri arkaya, arkadakileri öne, sağdakileri sola, soldakileri sağa aldı. Böylece düşmana, yardım için yeni kuvvetler gelmiş intibâını verdi. Sabah olunca da ansızın şiddetli bir hücuma geçerek, düşmanı bozguna uğrattı. Bu fırsattan yararlanarak, askerini ustalıkla geri çekti. Büyük bir kayba uğramadan Medine’ye döndü. İslâm ordusunu korkunç bir felâketten kurtardı.

200 bin kişiye karşı yapılan bu çetin savaşta, Müslümanlar sadece 12 şehid vermişlerdi. Bu durum, komutanların savaşı çok başarılı idâre etmeleri ve canlarını fedâ etmekten çekinmemelerinin bir sonucuydu.

e) Rasûlüllah (s.a.s.)’in Medine’den Savaşı Seyretmesi

Rasûlüllah (s.a.s.) savaşın bütün safhalarını, Medine’ye henüz hiç bir haber ulaşmadan, ashâbına bildirmişti.
Cenab-ı Hakk, zaman, mekân ve mesâfe kavramlarını kaldırarak, sevgili Peygamberine savaş meydanını olduğu gibi göstermişti. Mescid-i Nebî’de minber üzerine oturmuş bulunan Allah Rasûlü (s.a.s.) gözlerinden yaşlar akarak:

-İşte sancağı Zeyd aldı, Zeyd vuruldu, şehid düştü. Sonra Câfer aldı, O’ da şehid oldu. Sonra Ravâhaoğlu aldı, O ‘da şehid oldu. En sonunda sancağı, Allah’ın kılıçlarından bir kılıç, Velîdoğlu Hâlid aldı. Allah O’na fethi müyesser kıldı, buyurdu. (306)

Rasûlüllah (s.a.s.), Zeyd, Câfer ve Abdullah’ın şehid düştüklerini haber verdikçe, her biri için istiğfâr etmiş ve Cennete girdiklerini de müjdelemişti.(307) Sancağı Hâlid alınca ise:

-Allah’ım, Hâlid senin kılıçlarından bir kılçtır. Sen O’na nusret ihsan buyur, diye duâ etmişti.(308) Bundan sonra Hâlid’e “Seyfullah” (Allah’ın kılıcı) denildi.(309)

Câferin şehâdet haberini duyunca, âilesi feryâda başladılar. Rasûlüllah (s.a.s.)’de son derece üzgündü. Çok sevdiği, en değerli arkadaşlarını kaybetmişti. Câfer’in âilesini teselli etti. Acılıdırlar, yemek yapamazlar, diye evine yemek gönderdi.

-Allah Câfer’e, Mûte’de kesilen iki koluna bedel, iki kanat verdi. O’nu Cennet’te meleklerle birlikte uçuyor gördüm, diye müjdeledi.(310) Bu sebeple Câfer, bundan sonra Câfer Tayyâr diye anıldı.

2- ZÂTÜ’S-SELASÎL SAVAŞI
(Cumâde’l-âhir 8 H./629 M.)

Kudâa kabîlesi’nin Uzre ve Belî kolları, Medine hayvanlarını yağmalamak üzere, Vâdi’l-Kurâ yakınlarında toplanmışlardı. Rasûlüllah (s.a.s.) durumdan haberdâr olunca, bunların üzerine Amr b. As (Âs oğlu Amr) komutasında 30′u atlı 300 kişilik bir seriyye gönderdi. Bunlar arasında Sa’d b. Ebî Vakkas, Üseyd b. Hudayr, Sa’d b. Ubâde, Sâid b. Zeyd, Âmir b. Rabîa.. gibi ensâr ve muhâcirlerden ileri gelen kimseler de vardı.

Amr b. Âs. ashâbın büyüklerinden değildi. Henüz bir yıl kadar önce Müslüman olmuştu. Fakat dedesi Vâil’in annesi Belî kabîlesinden olduğu için Amr’ın bu kabîle ile ilgisi vardı. Amr, aynı zamanda savaş usûlünü iyi bilen, son derece zekî bir kimse idi. Bu sebeple Rasûlüllah (s.a.s.), komutanlığa O’nu seçmişti.

Amr, Vâdi’l-Kurâ civarında Selâsil suyu’na varınca, düşmanın sayıca üstün olduğunu öğrendi. Burada konaklayarak, bir haberci ile Rasûlüllah (s.a.s.)’den yardım istedi. Rasûlüllah (s.a.s.)’de Ebû Ubeyde b. Cerrâh komutasında 200 kişilik ek kuvvet gönderdi. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer de bunlar arasındaydı. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Ebû Ubeyde’yi gönderirken:

– Ayrılığa düşmeyin, işbirliği yapın, buyurmuştu. Amr b. Âs, Ebû Ubeyde’nin, askerlere imâm olarak namaz kıldırmasına itirâz etti.

– Sen bana yardıma geldin, kumandan benim, namazda ben imam olacağım, dedi.

Ebû Ubeyde yumuşak tabiatlı bir zâttı, hiç itirâz etmedi.

– Yâ Amr, Rasûlullah (s.a.s.) Efendimiz, ihtilâfa düşmememizi emretti. Sen bana uymazsan, ben sana uyarım, telâşa gerek yok, diye cevâp verdi. Amr bütün Müslümanlara sefer süresince imam olup namaz kıldırdı. Böylece Hz. Ömer ve Hz. Ebûbekir de Amr’ın idâresine girmiş oldular. Oysa Rasûlüllah (s.a.s.) Amr’ı ilk 300 kişiye; Ebû Ubeyde’yi de 200 kişiye kumandan tâyin etmişti. Ebû Ubeyde’yi Amr’ın emrine değil, yardımına göndermişt.(311)

Amr, düşmana yaklaşınca gerekli tedbirleri aldı. Hava çok soğuk ve sert olduğu halde, gece ateş yakmayı yasakladı. “Kim ateş yakarsa, onu yaktığı eteşin içine atarım,” diye tehdit etti. Asker, soğuktan Ebû Bekir ve Ömer’e başvurdular. Hz. Ömer:

– Bu nasıl şey, herkesi soğuktan kıracak mı? diye Amr’a haber gönderdi. Amr b. Âs:

– Yâ Ömer, sen bana itâatle memûrsun, İşime karışma, diye , cevâp verdi. Hz. Ebû Bekir de:

Rasûlüllah (s.a.s.) O’nu savaş usûlünü iyi bildiği için kumandan yaptı. Madem ki kumandan O’dur, işine karışmamak gerekir, dedi. Böylece gece soğukta geçirildi. Çünkü ateş yakılsaydı, düşman Müslümanların azlığını öğrenecekti.

Amr, plânını kimseye söylemedi. Sabaha karşı, alaca karanlıkta ansızın düşman üzerine hücûma geçti ve savaşı kazandı. Düşman pek çok ganimet bırakarak kaçtı. Ashâb, düşmanın peşini tâkibetmek istedilerse de Amr buna da izin vermedi. Bir kaç gün orada kalıp etraftaki ganimet hayvan sürülerini topladıktan sonra, Medine’ye döndü.

Sefer esnâsında Amr b. Âs ihtilâm olmuş, hava soğuk olduğu için gusletmeyerek teyemmümle namaz kıldırmıştı.(312) Dönüşte ashâb, Rasûlüllah (s.a.s.)’e, Amr b. Âs’tan:

1- Hava çok soğuk olduğu halde, gece ateş yaktırmadı,
2- Galip geldiğimiz halde düşmanı tâkip ettirmedi,
3- Su bulunduğu halde gusletmeyip, teyemmümle namaz kıldırdı, diye şikâyette bulundular.

Amr bu şikâyetlere karşı:

1- Sayımızın az olduğunu düşman anlamasın diye ateş yaktırmadım.
2- Yardım için kuvet gönderebileceği düşüncesiyle düşmanı tâkip ettirmedim.
3- Soğukta yıkanmak tehlikeli olduğu ve Cenâb-ı Hakk “Elinizle kendinizi tehlikeye atmayın.” (ElBakara Sûresi, l95) “Kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah size acımaktadır.” (en-Nisâ Sûresi, 29) buyurduğu için gusletmeyip teyemmüm yaptım, diye cevâp verdi.

Rasûlüllah (s.a.s.) Amr’ın cevâplarını tebessümle karşıladı. (313)

Amr b. Âs, henüz yeni müslüman olduğu halde, ashâbın büyüklerinin de bulunduğu bir orduya kumandan tâyin edilmesinden dolayı gururlanmıştı. Savaşı da kazanarak dönünce, Rasûlüllah (s.a.s.)’in yanındaki derece ve itibârını öğrenmek istedi. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)’e:
– En çok kimi seversiniz? diye sordu. Rasûlüllah (s.a.s.)
Âişe’yi diye cevâp verdi.
– Sonra kimi?
– Âişe’nin babasını, Ebû Bekir’i.
– Sonra kimi?
– Ömer’i.
Amr, en sonraya kendisinin kalacağından korkarak daha fazla sormaktan vazgeçti.(314)

Reklamlar

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir